16. KARABURUN BİLİM KONGRESİ
1 – 4 Eylül 2022
yarınların şafağında ezilenlerin seçimi
Felsefenin soluk rengi solgun zemine vurduğu zaman, hayatın tezahürü ihtiyarlık
günlerini tamamlıyor demektir. Felsefenin soluk rengiyle o gençleştirilemez, sadece
bilenebilir. Minerva’nın baykuşu, ancak gün batarken uçmaya başlar.
Hegel, Hukuku Felsefesi
21. yüzyıl, tüm dünyada kapitalizmin ardışık derinleşen krizlere tanıklık ediyor. Dünya emekçi sınıflarını kuşatan yoksulluk, savaşlar, salgınlar, doğanın tahribatı bu krizlerin çıplak dışavurumları. Küresel eğilimler somut toplumların özgün koşullarında kendine has içerikler kazanıyor; Türkiye’de olduğu gibi…Türkiye toplumsal tarihinin en zor, en karanlık dönemlerinden birini yaşıyor. Mevcut kriz yalnızca iktisadi ya da siyasal (iktidar) alanla sınırlı değil, toplumun tüm varoluş pratiklerini tehdit eden bir rejim krizine dönüşmüş durumda. Emekçiler, öğrenciler, kadınlar, LGBTQ+’lar, çocuklar, mülteciler, Kürtler yani toplumsal hayatın tüm bileşenleri, tüm pratikleri iktidarın giderek yoğunlaşan baskı rejimiyle yüz yüze…
Minerva’nın Baykuşu Türkiye’nin üstünde uçuyor…
Unutulmamalı; Hegel’den Marx’a uzanan yolculukta alacakaranlıkta gerçeklikle mücadele edenler için asıl sorun, ‘eski’ olan her şeyin tamamlanmasını beklemeden ‘yeni’ dünya için mücadele etmek ve onu inşa etmektir. Marx’ın vurguladığı gibi yeni dünya eskinin içinde henüz harekete geçirilmemiş, büyük bir potansiyel olarak mevcuttur. Aslolan felsefenin mücadele içinde doğrulanmasıdır.
Marx’ın teori, eleştiri ve mücadele pratikleri için bıraktığı düşünsel mirasın bugünü anlamamız açsından da oldukça önemli olduğunu düşünüyoruz. Hiç kuşkusuz ki bu geleneğin dünya devrimcilerine bıraktığı en temel sorumluluk dogmatik olmamaktır. Bugünü doğru anlamak ve gelecek için mücadele etmek Marx’ın çağdaşları için olduğu kadar, bugünün dünya devrimcilerinin de şiarıdır. Bertell Ollman’nın haklı olarak vurguladığı gibi Minerva’nın Baykuşu sadece alacakaranlıkta uçuyorsa, Marx’ın Baykuşu yeni tutuşmaya başlayan şafağı müjdelemek için etrafta gezinip duruyor…
Gramsci’ye kulak verecek olursak eğer Türkiye eskinin öldüğü ama henüz yeninin doğmadığı bir süreç yaşıyor. İçinden geçmekte olduğumuz süreç Türkiye toplumu için bir tür karar süreci olacak. Ve elbette kendini solda tanımlayan herkesin kararı ve mücadelesi bu kritik sürecin karakterini ve sonucunu belirlemede hayati öneme sahip olacak…
Karaburun Kongresi, Marx’ın 11. Tezindeki “aslolan dünyayı değiştirmekti” tespitine olan inançla içinde bulunduğumuz süreçte “Sosyalistler Ne yapmalı?” sorusunu sorarak sizleri düşünce sofrasına çağırıyor…
Hepimiz biliyor, yaşıyoruz. Başta emekçi sınıflar olmak üzere Türkiye halkları derinleşen bir yoksullaşma süreciyle yüz yüze; yoksulluk ve yoksunluk toplumsal yaşamın tüm alanlarını kuşatmış durumda. Ama yine görüyor ve tanık oluyoruz ki açlık sınırının altında ücrete mahkûm edilen emekçi sınıfların bu açık sömürüye direnişi tüm baskı ve engellemelere karşı dipten gelen bir dalga gibi yükseliyor. Dahası içeride giderek derinleşen siyasal ve iktisadi çöküş küresel kapitalizmin hegemonya krizi ve yakın coğrafyamızda süren savaşla yeni boyutlar kazanmış görünüyor. Türkiye içeride ve dışarıda giderek artan kriz eğilimlerinin eşiğinde (olağan durumda) 2023 yılında yapılacak olan seçim sürecine çoktan girmiş durumda. Hiç kuşkusuz bu seçim süreci ve sonuçları Türkiye siyasal tarihi için çok önemli sonuç doğuracaktır. Daha şimdiden mevcut seçim Türkiye halkları için bir tür rejim tercihine dönüşmüş durumdadır. Türkiye sosyalistleri AKP iktidarının ne olduğunu yirmi yılın tecrübesiyle artık elbette biliyor. Peki ama bu bloğun karşında yer alan ve altı siyasal partinin oluşturduğu blok hakkında ne biliyor ve ne düşünüyoruz? Sosyalistler bu blokla kurulacak siyasal hattı nasıl tanımlamalı ve nasıl sürdürmeli?
Kongremiz sizi özellikle “Türkiye’deki derin yoksullaşmayı, alttan gelen direniş dalgasını ve tabii ki seçimleri” tartışmaya çağırıyor.