Yürütücü: Erkin Başer
Dış Borç Açmazı: Azgelişmiş Ülke Örnekleri
Nilgün Erdem
1970’lerin sistemik krizi sonrasında neoliberal programlar çerçevesinde istikrar ve yapısal uyum programlarıyla yönetilen, daha sonra bu politikalarla uyumlu olarak piyasaya-dayalı finansal sistemin gereklerini tümüyle veya büyük ölçüde yerine getiren, sermaye hareketleri üzerindeki kontrolleri hafifleten veya tamamen kaldıran çevre ekonomilerinde dönem dönem ağır finansal krizler yaşandı. 1970’li yıllarda başlayan borç krizleri 1980’li yıllarda derinleşirken, 1990’lı yıllar finansal krizlerin ortaya çıkmaya başladığı yıllar oldu, 2000’li yıllardan itibaren ise finansal krizler yoğunlaştı. 2007 sonunda başlayan ve 2008 yılında derinleşen ABD finansal krizi, bütün dünya ekonomilerine sirayet etti. Çevre ekonomilerinin finans ve/veya reel sektörlerinde krizlerle sonuçlandı. Hem kendi ekonomik problemleri hem de dış dünyadaki gelişmeler karşısında kırılganlaşan azgelişmiş çevre ekonomileri, içerisinden geçtikleri bu krizler sonucunda ağır dış borç problemleriyle karşı karşıya kaldılar. Kısaca belirttiğimiz süreçten geçen ekonomiler arasında, Türkiye ekonomisi de dış sermaye girişlerine yüksek bağımlı yapısı ile sadece kendi ekonomik dengesizlikleri nedeniyle değil, aynı zamanda dış dünyadaki olumsuzluklardan yoğun bir şekilde etkilenen yapısıyla da en kırılgan ekonomiler arasında yerini almış ve yüksek dış borç sorunuyla karşı karşıya kalmıştır.
Bu nedenle bu çalışma, Türkiye’nin içinde bulunduğu dış borç problemini, benzer bazı ülkelerin temel verileri ile karşılaştırarak değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Türkiye’nin dış borç probleminin mahiyetini anlamak için Arjantin, Brezilya, Hindistan, Güney Kore ve Meksika’nın, 2008 yılı sonrasındaki bazı dış borç verileri ile Türkiye’nin verilerini karşılaştırmaya çalışacağız. Bu ülkeleri seçerken 2000’li yıllar boyunca cari işlemler dengesindeki açık ve fazlaların ülkelerin milli gelirlerine oranları ve büyüme oranlarındaki seyre baktık. Böylece bu ekonomilerin bazılarının cari işlemler dengesi ılımlı açık verirken büyüdüğü, ekonomiler küçülürken açığın cari fazlaya dönüştüğü; diğerlerinde büyümeye yüksek cari işlemler dengesi açıkları eşlik ederken, negatif büyüme değerleri söz konusu olduğunda da cari açık vermeyi sürdürdüğü; bu ekonomilerden birinde ise pozitif ve oldukça istikrarlı büyüme değerlerine cari fazlaların eşlik ettiği gözlendi. Kısacası bu benzerlik ve farklılıkların söz konusu ekonomilerin borçlanma düzeyinde ve yapısında önemli değişikliklere neden olup olmadığını bazı temel göstergeler üzerinden değerlendirmeye çalışacağız.
Son yıllarda çok fazla olmasa da borç problemine ilişkin olarak borçların ödenmemesi, moratoryum ilanı gibi istisnai uygulamalara tanık olundu. Rusya 1998’de, Arjantin keza 2002 krizinde benzer bir adım attı. İkinci olarak da ağır borç problemi ile karşılaşan ülkelerin önündeki seçenekleri/seçeneksizlikleri, kısmen literatürdeki bu tartışmalar üzerinden kısaca özetlemeye çalışacağız.
IMF’nin Bitmeyen Çilesi: Sermaye Akımlarını Ne Yapmalı?
Ferda Dönmez Atbaşı
Sermaye hareketlerinin serbestleştirilerek, finans sermayenin kendisini farklı coğrafyalarda değerleme pratiği, finansal serbestleşme ve kuralsızlaştırma politikalarının uygulandığı birçok ülkede finansal krizlerle sonuçlanmıştır. Gelişmekte olan ya da gelişmiş ülkelerde yaşanan bu krizler, ana akım iktisadi yaklaşımlar tarafından dışsal şoklarla açıklanırken, ana akım dışı yaklaşımlar krizlerin doğrudan kapitalist sistemin işleyiş dinamikleri tarafından yaratıldığını ileri sürmektedir. Bu çalışmada, 1970’lerden itibaren finansal serbestleşmenin savunucusu ve uygulayıcısı olmuş bir kurum olarak IMF’nin konuya ilişkin yaklaşımının zaman içinde ne gibi değişikliklere uğradığı tespit edilmeye çalışılmış ve politika önerisi değişikliklerinin arka planı mercek altına alınmıştır. Bunun için, önce tarihsel olarak sermaye hareketlerinin serbestliği politikalarının nasıl değiştiği ve IMF’nin ortaya çıktığı tarihten itibaren konuya ilişkin tutumunun ne olduğu tartışılmıştır. Ardından sermaye hareketlerinin tüm dünyada büyük ölçüde serbestleşmesi ve sonrasında ortaya çıkan krizler ile IMF’nin tutum ve etki alanının nasıl değiştiğine ilişkin literatür ele alınmıştır. Burada özellikle 2008 krizinin ardından, IMF’nin sermaye akımlarının dizginlenmesine yönelik teşebbüslere yanıtı ve 2012 Kurumsal Görüşü tartışılmış ve yeni kurumsal görüşün hem IMF’nin politika alanı ve hem de ana akım iktisadi yaklaşımın açıklama gücü açısından anlamı ele alınmıştır. Son olarak Post-Keynesyen ve Marxist teorilerin krizlere dair açıklamalarının ana hatları tartışılmış ve kapitalist ekonomilerin herhangi bir dışsal şoka gerek olmaksızın, kendi dinamiklerinin bir sonucu olarak krize yatkın olduğu ve bunun mekanizmalarının nasıl işlediği ele alınmıştır. Sonuç bölümünde finansal serbestleşme ve ardından yaşanan kriz deneyimlerine dair tartışmaların gelişmekte olan ülkeler açısından ne anlam ifade ettiği değerlendirilmiştir.
AKP ve İşçi Sınıfı
Mustafa Kemal Coşkun
Türkiye işçi sınıfı, 1980 darbesinden itibaren pek çok mevzi kaybına uğradı. Sınıf hareketinin ve solun zayıflığının bir sonucu olarak yaşanan bu geri çekilme ve mevzi kaybı, kazanılmış hakların daha fazla gasp edilmesini ve örgütlülüğün her geçen gün erozyona uğramasını da beraberinde getirmiştir. Söz konusu geri çekilmenin kendi içinde evreleri vardır ve 17 yıllık AKP iktidarı, işçi sınıfına yönelik kapitalist saldırılar bağlamında özel bir döneme tekabül etmektedir.
Son günlerde şahit olunan işçi intiharlarının, kendini yakmaya kadar giden protestoların temel nedenlerinden biri artık taşınamayan borç yüküdür. Ücretler düştükçe, tüketim kalıpları değişip ihtiyaçlar çeşitlendikçe çekilen krediler, borçlar, işçinin gelecekteki gelirini de bankalara ipotek etmesi anlamına gelmektedir ve bu durum bir süre sonra içinden çıkılmaz bir hale gelmektedir. İş güvencesini ortadan kaldıran uygulamalarla, işsizlik oranlarıyla birlikte düşünüldüğünde bu borç sarmalı işçiler açısından büyük bir yük haline gelmiştir. Bu sunumda AKP’nin iktidara geldiği günden bugüne kadar işçi sınıfının hangi haklarına gasp ettiği kısaca ele alınacak, daha sonra AKP’nin yalpaladığı şu son günlerde işçi sınıfının Türkiye siyasetine müdahale etme olasılığı tartışılacaktır.