B1 Oturumu: Gıda, Tarım, Ekoloji: Direniş ve Dayanışma Bitmez

4 Eylül 2019 Çarşamba, 16:30
B1 Oturumu: Gıda, Tarım, Ekoloji: Direniş ve Dayanışma Bitmez.
Kongreye sunulan özetler: Pınar Bilir, Derya İnce, Ekin Değirmenci

Yürütücü: Elif Karaçimen


Çanakkale’de Çevre Ekoloji Mücadelesi ve Sosyopolitik Sonuçları

Pınar Bilir

Yaklaşık %54 ‘ü ormanlarla kaplı olan Çanakkale ili, Çanakkale boğazı ile bölünen iki kıta üzerinde konumlanmıştır. %80’i Çanakkale ili sınırlarında yer alan Kaz Dağı, 83’ü endemik olmak üzere 800 bitki türü ile zengin bir biyoçeşitliliği ve endemizm oranı ile yaban hayatı için önemli bir yaşam alanıdır. Öte yandan Biga Yarımadası’nın en önemli su kaynaklarını beslemektedir. Ayrıca Mitolojinin en önemli alanlarından birisidir, mitolojide yer alan Bin Pınarlı İda’dır. Troya’nın en önemli coğrafi, tarihsel ve kültürel bileşenidir.

Çanakkale önemli bir tarım, orman ve turizm kentidir. Kaz Dağı ve yöresinin sağlık ve ekoturizm potansiyeli yüksektir. Ayrıca kültürel ve tarihsel zenginliğe sahip bir şehirdir. Tarımsal potansiyeli de yüksek bir kenttir. Nüfusunun %50’ye yakın bölümü doğrudan veya dolaylı olarak geçimini tarımdan sağlamakta olup, faal nüfusun %34’ü tarım sektöründe istihdam edilmektedir. Tarımsal ürün çeşitliliği açısından Türkiye’nin en zengin kentlerindendir, ürettiği Umurbey şeftalisi, Lapseki kirazı, elması,Bayramiç beyazı, pembe domatesi, zeytini, peyniri, ada üzümleriyle marka değeri de olan bir kenttir.

İlin hemen hemen yarısı ormanlık alandır. Akdeniz iklimine özgü bitki topluluğu olan makiler, akçakesme, yabani zeytin, kocayemiş, sandal, mersin, kermes meşesi vb türlerden oluşmuştur. Ormanlarda, kızılçam,karaçam,köknar,meşe, kayın türleri, ve Kaz Dağı’na özgü Kaz Dağı göknarı bu bölgede görülebilir orman ağacı türleridir.

Bütün bu güzellikleri ve sahip olduğu değerleri korumaya yönelik verilen mücadelelerden ilki Çan Termik Santraline karşıdır. 2000 yılında temelleri atılan 18 Mart Çan Termik Santrali 2004 yılında üretime başladı ve 320 MW kurulu güce sahiptir. Bu tarihten sonra Çanakkale’nin Çan ilçesinde 330 MW lık Çan 2 Termik Santrali 2018 yılı sonlarında üretime başlamıştır. Ayrıca Çanakkale’nin Biga ilçesinde 1200 MW lık İÇDAŞ Bekirli Termik Santrali, ve 405 MW lık İÇDAŞ Biga Değirmencik Termik Santrali ve Karabiga beldesinde de 1320 MW lık Cenal Termik Santrali çalışır hale geldi. Bunlardan Karabiga Cenal için hukuk mücadelesi devam etmektedir. Çan’da kurulan 2. Santralde inşa aşamasındayken kazanda patlama olmuş ve 6 işçi dumandan zehirlenmişti. Yine 2018 Kasım ayında 18 Mart Termik Santralinde sebebi hala resmi kurumlarca açıklanmayan kaza meydana gelmiş ve 1 kişi hayatını kaybetmiş, 1 kişi de ağır yaralanmış ve 6 ay hastanede tedavi görmüştür. Çanakkale ilinin tükettiği enerji 300 MW dolaylarında iken yıllık tek başına bir şehirde 3bin küsür megawatt termik santral barındırmaktadır. Bölgede ayrıca RESler, ve JESler de üretim yapmaktadır. Oysa ki Çanakkale hakim rüzgar ve güneşlenme süresi bakımından tükettiği elektriği sadece güneş ve rüzgardan karşılama potansiyeline sahiptir.

Diğer bir çevre ve ekosistem sorunu Balıkesir-Çanakkale  Planlama Bölgesi 1/100000 ölçekli Çevre Düzeni Planı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca onaylanarak yürürlüğe girdi. İstanbul ve Marmara Bölgesinin ulaşım ve sanayi yoğunluğunun Çanakkale ve yöresine kaydırılması, Lapseki’den Balıkesir il sınırına kadar uzanan sahil şeridinde kömürlü termik santraller kurulması, Kaz Dağı ve Biga yarımadasında yaygın metalik maden işletmeciliği yapılmak istenmektedir. Söz konusu plan ile ilgili Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’ne bağlı meslek odaları tarafından bu projenin iptaline ilişkin dava açılmıştır. Yargılama süreci devam ederken yapılması planlanan otoban ve köprü geçiş projesi ÇED olumlu kararı  verilerek köprü ihalesi yapılmış ve yapım aşamasına geçilmiştir. Projenin sadece bu aşamasında dahi 5000 ha tarım alanı kamulaştırılarak yok olacaktır. 10.000 futbol sahası büyüklüğünde sulanabilir ve yıl içinde birden fazla ürün alınabilir topraklar yok olacaktır. Yol güzergahı boyunca Lapseki ilçesinde 150.000 dolayında meyve ağacı yok olacaktır. Yöreye özgü tarımsal değerlerde azalma ve değer kaybı yaşanacaktır. Kamu kaynakları kullanılarak inşa edilen tarımsal amaçlı sulama göletlerinin bir işlevi kalmayacak ve kamu zararı oluşacaktır.

Önemli çevresel tehditlerden bir diğeri de metalik madenciliktir. Sadece Kazdağı ve yöresinde 38 adet maden ruhsat sahası vardır. Çanakkale Lapseki ilçesi Şahinli köyünde tüm mücadelelere rağmen Şahinli köyü halkınında isteği ile Nurol Holding bünyesinde çalışan TÜMAD Madencilik altın madeni işletmeciliğine başlamıştır. Son dönemde Esan Eczacıbaşı’na ait Kocabaşlar köyündeki altın madeni ruhsat alanı da rödövans yöntemi ile TÜMAD Madenciliğe kiralanmıştır. Böylece ruhsat sahası ve kapasitesi artırılmıştır. Çanakkale’nin tek içme suyu kaynağı olan Atikhisar Barajı su havzasında da Kanadalı bir şirket olan Alamos Gold’un Türk firması Doğu Biga Madencilik tarafından altın madeni işletmesi açılması için çalışmalar devam etmektedir. Şirketin ruhsat sahası 3500 hektar alandır. Aynı şirketin Ağı Dağı ve Çamyurt altın işletmesi projeleri de vardır. Ancak henüz bu iki ruhsat sahası için ÇED süreci bitmemiştir. Bunlar gibi parça parça pek çok sahada altın madeni için ruhsatlandırma yapılmıştır. Oysa ki son derece önemli bir ekosisteme sahip Kazdağı’nda ‘’vahşi madencilik’’ yapılamaz. Altın madenlerine karşı mücadele sürerken birçok noktada kurşun, feldspat gibi maden ocakları açılmış ve çalışmaktadır.

Çanakkale’de yapılan ve hala yapılması planlanan kirletici, yok edici, vahşi projeler şehrin doğal afet riskini de göz önüne aldığımızda zaten ağır kirletici yatırımlar olan yukarıda saydıklarımıza ek olarak 1.derece deprem kuşağı olmasıyla da ek tehlikeler yaratacaktır. Geçtiğimiz yıl Brezilya’da yaşanan atık havuz barajının duvarlarının yıkılmasıyla oluşturduğu tahribatı ekranlarımızdan izledik. Çanakkale’de şirketlerinde kendi ÇED raporlarında belirttikleri şekliyle 1. Derece deprem kuşağındadır ve yapılacak yatırımlar için alınacağı söylenen önlemlerin hiçbirisi olası bitki ve hayvan katliamını ve ayrıca canlı yaşamını koruyabileceğini garanti edemez.

Çanakkale zaman zaman farklı örgütler çevre mücadelesinde başrolü alsa da 20 yılı aşkın süredir bu mücadelenin içindedir. 60’tan fazla açılmış çevre davası vardır. Geçmiş yıllarda yatırımın yapılacağı arazilere yakın köy halkının da direnişi ile yatırımların bir kısmı ötelenebilmiştir. Şimdi ise ekonomik krizin getirisi olarak Çanakkale’de çevre felaketinde payını almış ve dağları, ovaları, ormanları yavaş yavaş katledilmeye başlanmıştır. Kent merkezinde örgütsel mücadele geçmiş yıllara göre kırılmalar yaşanmışsa da devam etmektedir. Ancak kırsalda verilen destek kaybolmaya başlamıştır. Köyde yaşayan halk artık toprağını işleyemez hale gelmiştir, hayvancılıktan para kazanamamaktadır, çözümü toprağını satıp gitmekte ya da köyüne yakın yapılacak maden ve termik santrallerde işe girerek aramaktadır. Şirketler köylerde sosyal yatırımlar yapmakta, kentte yaşayan çevre mücadelesi veren kişileri köy halkına karşı değersizleştirmekte, yapacakları yatırımların köy halkı için ne kadar önemli olduğunu her fırsatta dile getirmektedirler. Tarımı ve hayvancılığı yok eden devlet politikaları çevre mücadelelerinde kır ve kenti karşı karşıya getirmektedir. Kentte mücadeleye devam edenler şirketler ve köylü tarafından ‘’tuzu kurular’’ olarak sınıflandırılmaktadır. Köylünün işini elinden alan, para kazanmasının önünde engel birer unsurdur artık kentten gelen ‘’çevreciler’’. Ekonomik kriz ve bu krizi fırsata çeviren şirketler ülke içinde ekosistemi korumaya yönelik mücadelenin gücünü kırmıştır.

Sermayeden yana olan devlet politikaları, maden yasaları, enerji piyasası düzenlemeleri halkın içeceği suyu, besleneceği toprağı ve soluyacağı havayı yok saymaktadır. Bunun mücadelesinin yeni politikalar üretmek olduğu açıktır. Bu nedenle tarımsal üretimi canlandıracak, topraktan para kazanılarak satışının engellenmesinin yöntemleri bulunmalıdır. Kooperatifçilik, birlikte üretim ve tüketim bunun ilk adımı olacaktır. Birlikte mücadele eden kent ve kır parçalanmışlığını yeniden üretim modelleri üreterek onaracaktır. Bunun ekosistem ve insanlık açısından başka da bir çıkış yolu yoktur. İnsanlar ya özgürce çalıştığı kendi toprağını maden şirketine satarak güvencesiz ve ağır şartlarda çalışmaya başlayacak ya da kolektif yöntemler yaratarak özgürlüğüne yeniden kavuşacaktır.


Yeşil Yola Karşı “Yaşam Savunusu”: Direnişin İzini Sürmek

Derya İnce

Doğu Karadeniz’de yerel ekolojik direniş hareketleri çeşitlilik göstermektedir. Artvin’de maden, Hemşin’de HES, Fatsa ve Ünye kırsalında taş ocakları ve Çamlıhemşin’de yayla yolları projelerine karşı çeşitli vadilerde direnişler gerçekleşmiştir. Bu çalışmada söz konusu direnişlerden biri olan Rize’nin Çamlıhemşin ilçesi sınırlarında yer alan Yukarı Kavron ve Samistal Yaylaları arasında yapılmak istenen Yeşil Yol Projesine ait yol çalışmasına karşı yaylacıların göstermiş oldukları direniş ele alınacaktır. Yaylacılar, gösterdikleri direnişi “yaşam savunusu” olarak adlandırmışlardır. Yaylacıların bu yaşam savunusunda bulunmalarının nedenlerini sorgulamak bu çalışmanın amacını oluşturmaktadır.

Yaylacıların yaşam savunusu olarak niteledikleri bu ekolojik karşı çıkışa neden olan değişkenlerin ele alınmasında metalaşma, sektörleşme ve sermayenin yeniden değerlenme alanlarına bakmanın önemli olduğu açıktır. Bu noktada kapitalizmin sermaye birikimi üzerinden derinleşip-genişleyerek kendini yeniden yeniden üretmek zorunda olan bir sistem olduğu belirtilmelidir. Bu belirlenim ile birlikte sermayenin kendisinin yeniden üretebilmesinin zorunlu koşulunun sonucu olarak kapitalist ilişkilerin genişlemesi ve mekânsal/coğrafi yayılımı ile birlikte pek çok el değmemiş alan kapitalist süreçlere dâhil edilmektedir. Bu dâhil edilme metalaşma örüntüsü ile açıklanabilir. Metalaşma kavramı, kapitalizm öncesinde yalnızca gereksinimlerin giderilmesi için yürütülen kapitalist pazar/piyasa ilişkilerine dâhil olmamış alanların ve unsurların üretiminin artık piyasada satmak ve kâr elde etmek amacıyla kapitalist piyasa ilişkilerine tabi kılınması olarak ifade edilebilir. Metalaşmayı karakterize eden unsur emek gücünün kullanımıdır. Emek gücü üretim süreci dahilinde kullanım değerine sahip ürünlere değişim değeri katarak metalaştırır ve birikim sağlama aracı olarak kullanılmasını mümkün kılar.  Toplumsal hayatın giderek metalaşması ile her şeyin artan ölçüde sermayenin ihtiyaçları ile uyumlandırılması gerçekleşmektedir. Bu noktada yaşamın ve doğanın tüm unsurlarının metalaşma örüntülerine dahil edildiği söylenebilir.

Doğa ürünleri ya da doğal varlıklar insan emeğinin dönüştürücü müdahalesi olmadan, doğa tarafından serbestçe sunulmuştur. Doğadan elde edilen ürünler ile gerçekleştirilen üretim süreci sonucunda ortaya çıkan şey metadır. Burada doğanın meta olduğuna dair bir tanımlamadan bahsedilemez. Söz konusu olan doğa ürünlerinin ticarileştirilmesi ile meta üretiminde kullanılmasıdır. Doğal varlıklar sermayenin ihtiyaç duyduğu mekânsal yayılımın gerçekleşmesi ile metalaştırma örüntülerine dâhil edilir. Bu noktada Yeşil Yol Projesinde Doğu Karadeniz bölgesinde yer alan yaylaların eşsiz doğasının kapitalist ilişki setlerine dahil edilerek metalaşma örüntülerinin ve sermaye birikiminin yeni değerlenme alanı olarak görüldüğü açığa çıkmaktadır. Metalaşma örüntülerinin doğa üzerindeki etkisi son kertede tahribat olmaktadır. Çünkü sermayedar gerçekleştirdiği etkinlikte doğanın koşullarını sürdüreceği yapının korunmasına dikkat etmemektedir. Nihayetinde “kapitalizmin ekoloji karşıtı bir eğilime” sahip olduğu anlayışı önemli kazanmaktadır.

Yeşil Yol Projesi, Doğu Karadeniz bölgesinin kalkınmasının sağlanması için hazırlanan Doğu Karadeniz Projesi (DOKAP) Eylem Planı içerisinde yer alan eylem ve projelerden biridir. Doğu Karadeniz bölgesinde yer alan yaylaların 2 bin 645 kilometrelik yol iyileştirme, yeni yol yapımı ve turizm merkezleri inşalarını temel alan bir projedir. Samsun ilinden Sarp Sınır Kapısı’na kadar yaylaları birbirine bağlayan Yeşil Yol’un tamamlanması ile “Yayla Koridoru” oluşturularak, “yayla turizminde en önemli kısıt olarak ortaya çıkan ulaşım sorunu çözülmesi” ile bölgede turizm faaliyetlerinin artış göstermesi yoluyla kalkınmanın gerçekleşeceği anlayışının eylem planı içerisinde önemle vurgulandığı görülmektedir. Bu noktada sermayenin yeniden değerlenme alanı olarak hedef aldığı Doğu Karadeniz’de yaylacılığın, turizm faaliyetleri ile sektörleşmenin içerisine çekildiği izlenmektedir.

Çalışmada DOKAP Eylem Planı içerisinde yer alan Yeşil Yol Projesi’nin uygulandığı illerden biri olan Rize’nin Çamlıhemşin ilçesinde yaptığım bir alan araştırması çalışmanın olgusal kısmını oluşturmaktadır. Alan araştırmasının uygulanmasında nitel verinin elde edilmesi amacıyla yaylacılar ile derinlemesine görüşmeler yapılmıştır. Standartlaştırılmış açık uçlu görüşmelerde, görüşmeyi koordine edici kılavuz sorular kullanılmıştır. Verilen cevaplardan hareketle yöredeki insanların doğa ile kurdukları ilişkinin fotoğrafı çekilmiştir., Çamlıhemşin’de yaşayan yaylacıların faaliyetlerinde gerçekleşen dönüşüm, projeye ilişkin algılanış ve projeye karşı gerçekleştirdikleri yaşam savunusunun onların bakış açısından kaynakları bulunmaya çalışılmıştır. Derinlemesine görüşmelerden elde edilen nitel veriler doğrultusunda Yeşil Yol Projesi kapsamında yapılan/yapılmakta olan asfalt yolların bölgede “dönüşümü hızlandırıcı, piyasacı anlayışa göre biçimlendirici girişimler” olarak algılandığı görülmektedir.

Rize ilinde halihazırda yaylacılık faaliyetlerinin azalan ölçüde yapıldığı görülmektedir. Genç nüfusun eğitim ve iş olanakları için göç ettiği bu topraklarda yaylacılık faaliyetlerinin yürütecek kişiler bulunmamaktadır. Yaylacılığı sürdürenler vardır, ancak sayıları oldukça azdır. Yörede bulunan insanların farklı şekillerde yaylada turizmle ilgilendikleri görülmektedir. Araştırma kapsamında yapılan derinlemesine görüşmelerden elde edinilen bilgilere göre geleneksel yaylacılık 1990’lı yıllardan itibaren azalma göstermektedir. Yaylacılık ile geçimini sağlayan insanların sayısı çok düşük seviyelerdedir. Hayvanların mezra ve yaylalarda mera alanlarına salınması ile gerçekleştirilen yaylacılık faaliyetleri küçük boyutlardadır. Yayla ve mezralarda evi olan insanlar, bu alanları sayfiye olarak kullanmaktadırlar. Bunun yanında evlerini pansiyona dönüştürenler, çadırlarıyla kafe oluşturanlar ve yöreye özgü ürünlerin satıldığı alanlar da söz konusudur. Günübirlik turlarla da ziyaret edilebilen yayla ve mezralarda yayla turizmi belirtilen biçimlerde yapılmaktadır.

Yöre insanları projenin sunmuş olduğu turizm biçimini kendileri için “faydalı” görmemektedir. Yeşil Yol ile yaylaların birleştirilmesinin gereksiz olduğu, zaten yaylaların patika yollarla birbirine bağlı olduğunu belirtmişlerdir. Yapılacak yol ile yaylaların gezilmesinin yayla turizmi olarak nitelendirilmesinin yanlış olduğu sıklıkla vurgulamışlardır. Turizm tesislerinin belirli merkezlerde kurulması konusunda büyük sermayedarların ve özellikle Arap sermayesinin bölgeye hakim olacağı şeklinde yorumlamışlardır. Tüm bunların yanında yol imalatı sırasında doğanın tahrip edildiği ve yapılacak asfalt yollar ile bu tahribatın artacağı önemle belirtilmiştir.

Görüşme yapılan yöre insanları, Yeşil Yol inşa çalışmalarının yaylaların doğasına zarar verdiğini ve bu nedenle tahribat yarattığını belirtmişlerdir. İnşa çalışmalarının sürdürüldüğü Yukarı Kavron ve Sal yaylalarında çalışmaları durdurmak için yaşam savunusunda bulunmuşlardır. Hukuki yollarda elde ettikleri çalışmaların durdurulması yönündeki kararların işletilmeyerek çalışmalara devam edildiği belirtilmiştir.

Türkiye gündeminde geniş yer tutan 2015 yılına ait bu yaşam savunusunun ekoloji alanındaki mücadeleler açısından önemi açıktır. Yaylacılar projenin durdurulması için hukuki yolları kullanmanın yanında yaylada yol inşa makinesi olan ekskavatörün çalışmasını engellemeye çalışarak zaman kazanmaya çalışmışlardır. Bu engelleme çabalarının gereği olarak yaylalarda nöbet tutmuşlardır. Yaylacıların iş makinelerinin çalışmasını engellemeye yönelik çabalarının karşısında sıklıkla güvenlik güçleriyle karşılaşmışlardır. Görüşme yapılan yaylacılardan biri açıklamalarında her yaylacının hayvanla ve üretimle ilgilenmesi gerektiğini, böylelikle üretimin yoğun bir şekilde yapılması karşısında bu tür projelerin yapılamayacağı ve önleneceğine dair vurgusu da yer almaktadır. Projenin incelenmesi ve alan araştırmasının sunduğu olguları kavramsal düzeye taşıyarak iç bağlantıları kurmaya çalıştığımızda, yaşam savunusu ile yaşamı tahrip eden dinamik iç bağlantılar çalışmamızın temel belirleyeni olmuştur. Bu belirleyenleri tartışmaya açmak, sadece olgularla kavramlar arasındaki ilişkileri gündeme getirmek gibi anlamlı bir çabanın ötesinde yaşam savunusunun  yol ve yöntemleri üzerinde birlikte  kafa yormanın heyecanını taşıyor.


Tarımda Piyasa, Toplum ve Devletin Çatışmalı İlişkilerini İçeren bir Meta Olarak Çay

Ekin Değirmenci

Türkiye’de neoliberal politikaların uygulanmasıyla birlikte tütün ve fındık gibi pek çok tarımsal üründe tasfiye olarak nitelendirilebilecek gelişmeler yaşanırken çayda devlet koruması devam etmektedir. Bu çalışma çay tarımında gözlenen bu farklılaşmayı bir meta olarak çayın özgünlükleri üzerinden ele almaktadır. Meta piyasa belirlenimli bir ilişki olmasına rağmen üretimi ve tüketimi toplumsal ilişkiler içinde gerçekleşir. Meta etrafında örülen bu toplumsal ilişkilerin şekillenmesinde devlet merkezi bir rol oynar. Bu çalışmada tarımsal bir meta olan çay üzerinden kapitalist gelişmenin ilerleyen aşamalarında bu meta etrafındaki toplumsal ilişkilerin nasıl şekillendiği ve bu süreçte devletin nasıl bir rol oynadığı Rize’de yapılan bir saha araştırması üzerinden ele alınmaktadır. 1950’li yıllardan itibaren çay tarımının yaygınlaşmasıyla Doğu Karadeniz’de geçimlik üretim yapan köylü yerini aile içi emeğin kullanıldığı küçük meta üreticisine bırakmış; bugün itibariyle ise artık çay tarımında ücretli göçmen işçi kullanımı ve yarıcılık gibi işletme biçimleri giderek yaygınlaşmıştır. Bu süreçte bir yandan çay üreticilerinin yeniden üretimlerinin giderek metalaşmasının da etkisiyle  monokültür bir bitki olan çayın bir geçim kaynağı olma özelliği büyük ölçüde ortadan kalkarken diğer yandan çay bahçesi sahipleri tarımla giderek daha az ilgilenir olmuş, topraklarına ve ürettikleri ürüne yabancılaşmıştır. Tüm bunlara rağmen çay tarımının küçük mülkiyet düzeni içerisinde devam edebilmesinin en önemli nedeni çayda devlet desteğinin sürüyor olmasıdır. Bu durum metanın bir toplumsal ilişki olduğu kadar politik örgütlenmenin bir aracı da olduğuna işaret etmektedir. Çaya yönelik devlet desteği bir yanda iktidar(lar)ın çay üreticilerinin oylarını kaybetmeme öte yandan çay imalatında piyasa payının yarısına sahip sermayenin çıkarlarını gözetme saiki ile şekillendiği kadarıyla iktidar için bir yeniden üretim aracına dönüşmüştür. Bu çalışma, bölgede göç eğilimini önlemek ve köylüye geçim kaynağı sunabilmek üzere yoğun devlet desteğiyle tarımı yaygınlaşan çayın bu işlevlerini tamamlamış olduğunu ve artık çözümsüz bir yapı içinde varlığını sürdürdüğünü öne sürmektedir.