9. KARABURUN BİLİM KONGRESİ
3 – 7 Eylül 2014
Karaburun – Mordoğan / İZMİR
dünyada bir hayalet dolaşıyor!
İsyanlar, devrimleri önceler… 21. yüzyıl dünyanın hemen her köşesinde isyan dalgasıyla sürüyor. İnsanlık Tahrir’de, Hamburg’da, Sofya’da, Atina’da, Chiapas’ta, Buenos Aires’te, Rojava’da ve elbette Gezi’de hayalet olmaktan çıkıp kanlı-canlı varlıklarını ilan ederek kapitalizme-emperyalizme karşı tarihsel mücadelesini sürdürüyor.
Emekçi sınıflar tarihsel görevlerini yeniden üstleniyor ve bu koşullarda avazı çıktığı kadar bağırıyor. Egemenler -şimdilik farklı biçimlerde olsalar da- karabasanlar gibi “özgürlük, adalet, dayanışma” haykırışlarıyla hayaletleri her yerde görmeye başladılar bile.
Sizleri egemenlerin hayalet korkusunu biraz daha büyütebilmek için yeniden ‘Hic Rodus, Hic Salta!’ yani ‘İşte deve, işte hendek’ demeye çağırıyoruz. Her yıl olduğu gibi bu yıl da çağrımız akademi içinden ve dışından olan herkesedir. Sizleri bilginin özgürce üretildiği, sorgulandığı ve paylaşıldığı bir alan olan Karaburun Bilim Kongresi’ne davet ediyoruz.
19. yüzyıl burjuva toplumu giderek bir dünya toplumuna dönüşümün tarihidir. Bu yüzyıl devrimlerin ve karşı devrimlerin yüzyılıdır. 1789’un ardılı olan devrim dalgası, bu yüzyılda, burjuva devrimleri, ulusal kurtuluş hareketleri ve sosyalist devrim mücadeleleri olarak tarih sahnesindeki yerini aldı. Bu devrimci dalga içinde, hiç kuşkusuz, 1848 devrimleri özel bir öneme sahiptir. Marx Fransa’da Sınıf Savaşımları’nda, bu sürecin önemini ‘devrim kavramının içeriğinin değişimi’ olarak tanımlar:
“25 Şubat 1848 Fransa’ya Cumhuriyeti verdi, 25 Haziran ona devrimi empoze etti. Haziran’dan sonra devrim, burjuva toplumunun devrilmesi demekti. Hâlbuki Şubat’tan önce devrim, hükümet sisteminin devrilmesi anlamına geliyordu.”
1848’i izleyen süreç, toplumsal bir kaos olduğu kadar, siyasal olarak berraklaşma sürecidir de. Emekçi sınıfların devrim ve iktidar talebini burjuvazinin “özgürlük” taleplerinden koparan, insanlığın yeni baştan varoluşunu haykıran bir tarih mücadelesinin başlangıcıydı 1848’de hayaletin ilk görünüşü.
Tarihin bu derece kesin hatlarla saf tutması, onun yorumunun da değişimiyle güçlendi. Marx ve Engels, Komünist Manifesto’da bütün toplumların tarihinin sınıf mücadeleleri tarihi olduğunu, 19. yüzyılda burjuva toplumunun kendi mezar kazıcıları olan işçi sınıfını, devrimci bir sınıf olarak, tarih sahnesine taşıdığını ilan ediyorlardı.
“Bugüne kadar hâkimiyeti ele geçiren bütün sınıflar toplumun tümünü kendi mülk edinme koşullarına tabi kılarak, elde etmiş oldukları konumu sağlamlaştırmaya çalışmışlardır. Proletarya daha önceki kendi mülk edinme tarzını ve böylece daha önceki bütün mülk edinme tarzlarını ortadan kaldırmaksızın toplumun üretici güçlerinin efendisi olamaz.”
Komünist Manifesto tarihsel olarak her toplumsal örgütlenmenin, kendi içsel mantığının ürünü olan isyan ve devrim çelişkisini, kendi varlık koşullarının yıkıcı hayaleti olarak bağrında taşıdığını haykırıyordu. İşte bu nedenle, yalnızca işçi sınıfı, kapitalist toplumdaki kendi varlık koşullarını yok ederek, tüm insanlık için yeni bir kolektif toplumu inşa edebilirdi.
Avrupa’da bir hayalet kol geziyordu: komünizm hayaleti… Üstelik bu hayalet, Marx’ın 18 Brumaire’inin o ünlü giriş paragrafında tarif ettiği gibi, ancak geçmiş kuşakların devrimci geleneklerinden bağımsızlaştıkça özgürleşiyor ve güçleniyordu. 1848 ve sonrası tarihsel süreç, bu hayaletin gerçekleşme pratiklerinde önemli dönüşümlere tanıklık etti. Kapitalizm dünyalaştıkça, hayalet de dünyalaştı: 1871 Paris Komünü, 1917 Ekim Devrimi, 1949 Çin Devrimi, 1959 Küba Devrimi hayaletin korkutan yüzleri oldu.
Burjuvazi, 20. yüzyılın son çeyreğinde, tarihin sonunun geldiğini ilan etse de bu iddia giderek yoğunlaşan krizler ve isyan dalgasıyla koca bir hiçe dönüştü.
Marx, 18 Brumaire’de 19. yüzyıl devrimleri için şöyle yazar:
“…durmadan kendi kendilerini eleştirirler, her an kendi akışlarını durdururlar, yeni baştan başlamak üzere, daha önce yerine getirilmiş gibi görünene geri dönerler, kendi ilk girişimlerinin kararsızlıkları ile, zaafları ile ve zavallılığı ile alay ederler, hasımlarını, salt, topraktan yeniden güç almasına ve yeniden korkunç bir güçle karşılarına dikilmesine meydan vermek için yere serermiş gibi görünürler, kendi amaçlarının muazzam sonsuzluğu karşısında boyuna, daima yeniden gerilerler, ta ki, her türlü geri çekilişi olanaksız kılıncaya ve bizzat koşullar bağırıncaya kadar…”
Yaşam bizi için bu yıl kongremizde Marx ve Engels’in sözünü ettiği hayaleti yeniden tartışmaya açmaya zorunlu kılıyor. Türkiye’de ve elbette dünyanın her köşesinde ortaya çıkan hayaletler sorgulanmayı ve değerlendirilmeyi hak ediyor. Hayaletler avcılarını da üretiyor; yükselen isyan dalgası kapitalizmin her geçen gün daha da sertleşmesiyle sonuçlanıyor. Horkheimer’in ‘Kapitalizm hakkında konuşmayanlar faşizm hakkında sessiz kalmalıdır’ sözünün bugün halen geçerli olduğunu bir kere daha hatırlatmayı görev biliyoruz.
İsyanlar, [karşı]devrimleri [de] önceler…